SADECE EMİRLERE UYMAK

Dünyanın her yerinde bütün ordularda milyonlarca insanı makinelere dönüştürüyorlar; elbette senin neler olduğunu anlayamayacağın bir şekilde. Yöntem son derece dolaylıdır.

Her sabah binlerce insanın, "Sağa dön, sola dön, ileri, geri," şeklindeki emirlere uyup, uygun adım yürümesi ne anlama gelir? Bu sirk ne için sürer? Ve bu yıllarca sürer.

Bu senin zekânı yok etmek içindir. Yıllarca, sürekli olarak, anlamsız ve her çeşidinden aptalca emirlere her sabah, her akşam uyarsın ve neden olduğunu dahi sormaman gerekir. Ve bir kimse yıllarca böyle bir eğitimden geçtiğinde bunun doğal etkisi onun neden diye sormayı bırakmasıdır.

Zekânın en temel yaklaşımı sorgulamaktır. Neden diye sormayı bıraktığın an zekân söz konusu olduğunda gelişmeni durdurmuşsun demektir.

Bu İkinci Dünya Savaşı'nda olmuş bir hikaye...

Emekli bir ordu mensubu... O Birinci Dünya Savaşı'nda savaşmıştı ve şeref madalyası verilmemişti. O cesur bir adamdı. Ve şimdi neredeyse 25 yıl geçmişti. Küçük bir çiftliği vardı ve sakin bir şekilde yaşadı. Çiftlikten kasabaya bir kova dolusu yumurta ile gidiyordu ve restorandaki birkaç kişi bu zavallı eski ordu mensubuna şaka olsun diye bir oyun oynadılar. Restorandaki adamlardan biri, "Dikkat!" diye bağırdı. Ve adam da kovayı bırakıp hazır ola geçti.

Eğitimden geceli 25 yıl olmuştu. Fakat eğitim kemiklere, iliklere, kana işlemişti; o bilinçaltının parçası haline gelmişti. Ne yaptığını tamamen unutmuştu; o neredeyse otomatik, mekanik olarak gerçekleşmişti.

Çok kızmıştı. Ama insanlar dedi ki: "Kızgınlığın doğru değil çünkü biz istediğimiz sözü söyleriz. Kim sana ona itaat etmeni söylüyor?"

Adam, "Benim ona uymaya ya da uymamaya karar verem için çok geç. Benim tüm zihnim bir makine gibi çalışıyor. Bu 25 yıl kayboluverdi. Dikkat sadece dikkat anlamına gelir. Yumurtalarımı mahvettiniz ve ben yoksul bir adamım..." dedi.

Ancak bu dünyanın her yerinde yapılıyor. Ve sadece bugün değil; en başından beri ordular zekâlarını kullanmaya değil emirlere uymaya eğitildiler.

Bir şeyi çok net bir şekilde anlaman gerekiyor: Bir emre uymak ve bir şeyi anlamak birbirine taban tabana zıt iki şeydir. Eğer bir şeyi anlayarak zekân tatmin olursa ve sen buna dayanarak bir şey yaparsan, dışardan bir emre uymuyorsun; sen kendi zekânı takip ediyorsun.

Birinci Dünya Savaşı'nda olan başka bir olay aklıma geldi. Berlin'de bir Alman mantık profesörü orduda istihdam edildi. Asker eksiği vardı ve fiziksel olarak uygun olan herkesin gönüllü olmasını istediler. Yoksa insanları orduya katılmaya zorluyorlardı. Tüm toplumlar, tüm milletler, tüm kültürler bireyin kendileri için var olduğunu kanıksamışlardır tersini değil.

Bana göre tam tersi geçerlidir: toplum birey için vardır, kültür birey için var olur, ülke birey için var olur. Her şey kurban edilebilir ama birey hiçbir şey için kurban edilemez. Birey olmak varoluşun çiçek açmasıdır; hiçbir şey ondan üstün değildir. Fakat hiçbir kültür, hiçbir toplum, hiçbir medeniyet bu basit hakikati kabul etmeye hazır değildir.

Profesör ordu için gönüllü olmaya zorlandı. "Ben savaşacak birisi değilim. Ben tartışabilirim, ben bir mantıkçıyım. Şayet düşmanla birisinin tartışması gerekiyorsa buna hazırım ama savaşmak benim işim değil. Savaşmak barbarcadır," dedi.

Ancak hiç kimse dinlemedi ve o talim alanına götürüldü. Talim başladı ve komutan, "Sola dön!" dedi. Herkes sola döndü ama profesör olduğu yerde kaldı.

Komutan biraz endişelenmişti: "Sorun nedir? Adam sağır olmasın." Bunun üzerine yüksek sesle bağırdı, "Şimdi tekrar sola dön!" Herkes tekrar sola döndü ama bu adam sanki hiçbir şey duymamış gibi olduğu yerde kaldı. İleri, geri...tüm emirler verildi ve herkes de uydu. Bu adamsa sadece olduğu yerde durdu.

O çok ünlü bir profesördü, hatta komutan dahi onu bilirdi. Ona herhangi bir asker gibi davranılamazdı, o insanda belli bir saygı uyandırıyordu. En sonunda talim bitip herkes başladığı yere döndüğünde komutan profesöre gitti ve, "Kulaklarınızla ilgili bir sorununuz mu var? Duyamıyor musunuz?" diye sordu.

"Duyabiliyorum" dedi.

"Peki o zaman niçin orada kıpırdamadan durdunuz? Niçin emirlere uymadınız?" diye sordu komutan.

"Ne anlamı var ki? Herkes tüm bu ileri, geri, sağa ve sola hareketler sonrasında başladıkları duruma geri döndüğünde ne elde ettiler ki?" diye sordu adam.

Komutan: "Bunun bir şey elde etmekle bir ilgisi yok, bunun eğitimle ilgisi var" dedi.

Ancak adam, "Benim herhangi bir eğitime ihtiyacım yok. Bir sürü aptalca şey yaptıktan sonra başladığınız yere geliyorsunuz ve ben bunda hiçbir anlam göremiyorum. Bana niçin sağa değil de sola dönmem gerektiğini açıklayabilir misiniz?"

Komutan bunun üzerine, "Garip hiçbir asker bu tip sorular sormaz," dedi.

Profesör de, "Ben bir asker değil bir profesörüm. Ben burada olmaya mecbur bırakıldım ama siz beni burada zekâma karşı gelen şeyler yapmaya zorlayamazsınız," dedi. Komutan daha yüksek rütbeli komutanına gidip " Bu adamla ne yapmalı? Başkalarının da aklını çeliyor çünkü herkes benimle alay ediyor ve 'Profesör çok iyi yaptınız!' diyor. Ben bu adamla başa çıkamıyorum. Öyle sorular soruyor ki ve hepsini açıklamak gerekiyor: 'Ben anlamadığım müddetçe, zekâm onu desteklemediği müddetçe yapmayacağım' diyor" dedi.

Rütbesi yüksek olan komutan, "Bu adamı tanıyorum. O çok büyük bir mantıkçıdır. Onun tüm hayatı boyunca aldığı eğitim her şeyi sorgulamaktır. Sen merak etme ben onunla ilgileneceğim" dedi.

Profesörü ofisine çağırıp, "Üzgünüm ama bir şey yapamıyoruz. Silah altına alındınız; ülkenin askerlere ihtiyacı var. Ancak size sorun yaratmayacak bazı işler yaratacağım ve siz de başkaları için sorun yaratmayacaksınız. Benimle birlikte ordu mutfağına gelin," dedi.

Profesörü oraya götürdü ve büyük bir yığın taze bezelye gösterdi. "Buraya oturun. Büyük bezelye tanelerini bu tarafa, küçük bezelye tanelerini de şu tarafa toplayın. Bir saat içinde gelip işlerin nasıl ilerlediğini göreceğim" dedi profesöre.

Bir saat sonra geri geldi. Profesör orada oturuyordu ve bezelyeler de orada, aynı yerde oturuyordu. "Sorun nedir? Hâlâ başlamadınız mı?" diye sordu.

"İlk ve son kez, hepinizin şunu anlamanızı istiyorum, bana şunu açıklamadığınız sürece... Niçin bezelyeleri ayıklamalıyım ki? Zekâm tarafınızdan hakarete uğradığını hissediyor. Ben bezelyeleri ayıklayacak bir ahmak mıyım? Niye buna gerek olsun? Bunun yanında başka zorluklar da var. Burada otururken belki de bir gereksinim vardır dedim ama karar verilmesi gereken bazı sorular var: Büyük olan bezelyeler var ve küçük olan bezelyeler var ama pek çok başka ebatta bezelyeler de var. Onlar nereye gidecek? Bana hiçbir kriter vermediniz?" diye yanıtladı profesör.

Sana hükmetmek, kendi kurallarını sana dikte etmek, insanların hayatlarına kendi fikirlerini dayatmak isteyen insanlar tarafından emirler, disiplinler, talimatlar kullanılmıştır. Ben bu insanları çok büyük suçlular olarak nitelendiriyorum. Kendi fikirlerini birisine dayatmak, belirli bir ideali, bir kalıbı zorla kabul ettirmek şiddettir, saf şiddettir. Onlar zarar verirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder