Bir çocuk saf zekâdır çünkü çocuk henüz kirletilmemiştir. Bir çocuk temiz bir sayfadır, üzerinde hiçbir şey yazılı değildir. Bir çocuk saf boşluktur, tabula rasa.
Toplum hemen bir Hıristiyan, Katolik, Hindu, Müslüman, komünist olduğunu yazmaya başlar. Toplum hemen üzerine Bhagavadgita, Kuran, İncil yazmaya başlar. Toplum bekleyemez. Eğer çocuğun zekâsı dokunulmadan kalırsa toplum, onun asla herhangi bir köleliğin, bir hükümdarlık yapısının parçası olmayacağından korkar. O ne hükmedecektir ne de hükmedilecektir. O ne sahip olacaktır ne de sahip olunacaktır. O saf başkaldırı olacaktır. Onun masumiyeti hemen bozulmak zorundadır. Onun kanatları kesilmeli, ona dayanacağı koltuk değnekleri verilmelidir ki asla kendi ayakları üzerinde yürümeyi öğrenmesin böylelikle bir şekilde bağımlı olarak kalsın.
Başta çocuklar ebeveynlerine bağımlıdır ve anne babalar bundan çok hoşlanır. Çocuklar ne zaman bağımlı olurlarsa anne babalar çok iyi hisseder. Hayatları anlam kazanmaya başlar: Onlar birtakım yeni insanlara gelişmesi için, birtakım güzel insanlara gelişmesi için yardım ettiklerini biliyorlar. Onlar anlamsız değiller. Onlar yaratıcı olmanın gururunun tadını çıkarıyor. O gerçek yaratıcılık değil ama en azından bir şey yaptıklarını, bir şeyle meşgul olduklarını söyleyebilirler. Onlar kendi problemlerini bir çocuk yetiştirmenin heyecanı içinde unutabilirler. Ve çocuklar onlara ne kadar bağımlı ise kendilerini o kadar mutlu hissederler. Yüzeyde çocuklarının bağımsız olmasını istediklerini söyleseler de bu sadece yüzeyde kalır. Gerçekten bağımsız bir çocuk anne babaları üzer. Onlar bağımsız çocuktan hoşlanmazlar çünkü bağımsız çocuk onlara ihtiyaç duymaz. Bugün eski kuşakların yüzleştiği en büyük problemlerden biri budur: Modern çağdaki çocuklar onlara bağımlı değil ve onlar sana bağımlı olmadığı için onları bir şeylere zorlayamazsın. Onlara ne yapılması ve ne yapılmaması gerektiğini söyleyemezsin, onların efendisi olamazsın. Eski kuşak çok acı çekiyor. İnsanlık tarihinde ilk kez yaşlı kuşak tamamen boş, anlamsız hissediyor çünkü onların tüm meşgalesi gitmiştir ve onların çocuk yetiştirme zevki dağılmıştır. Aslında onlar çocuklarını mahvediyor olabilecekleri için kendilerini suçlu, korkmuş hissediyor. Kim bilebilir? Yaptıkları şey doğru şey olmayabilir.
Anne babalar çocuklarının zekâsını yok ediyorlar çünkü onları köleleştirmenin tek yolu budur; sonra öğretmenler, okul, kolej, üniversite aynı şeyi yapar. Kimse başkaldırı istemez ve zekâ başkaldırmaktır. Kimse sorgulanmak istemez, kimse otoritesinin sorgulanmasını istemez ve zekâ sorgulamaktır. Zekâ saf şüphedir. Evet bir gün bu saf şüpheden güven doğar ama şüpheye karşı değil; o sadece şüphe aracılığıyla doğar.
Bir çocuğun annesinin karnından gelmesi gibi güven şüphenin içinden gelir. Şüphe güvenin anasıdır. Gerçek güven sadece şüphe, sorgulama, araştırma aracılığıyla gelir. Bizim inanç olarak bildiğimiz sahte güven ise şüpheyi öldürerek, sorgulamayı yok ederek, araştırmayı, soruşturmayı yok ederek, insanlara kullanıma hazır hakikatler vererek gelir.
Politikacılar çocukların zekâsı ile ilgilenmez çünkü liderler sırf insanlar aptal olduğu için liderdir. Ve insanlar çok aptal olduğunda aptal liderler bulacaktır. İnsanlar o kadar aptaldır ki onlara liderlik edecekmiş gibi yapan herhangi birisinin tuzağına düşmeye hazır olacaktır. Çocuklar saf zekâ ile doğarlar ve bizler henüz ona saygı duymayı başaramadık. Çocuklar dünyadaki en çok sömürülmüş sınıftır; hatta kadınlardan bile çok. Kadınların özgürleşmesinden sonra er ya da geç çocukların özgürleşmesi gelecektir; o çok daha fazla gereklidir. Erkekler kadınları köleleştirdi ve erkekler ve kadınlar çocukları köleleştirdi. Ve çocuklar çok çaresiz oldukları için doğal olarak sana güvenmek zorundadır. Çocuğun çaresizliğini sömürmek çok zavallıca bir şeydir. Ancak şimdiye kadarki ebeveynler zavallıydı. Onların isteyerek ya da bilinçli olarak böyle olduğunu söylemiyorum ama yaptıklarını neredeyse bilinçsizce, bilmeden yapıyorlar. Bu yüzden dünya böylesi bir sefalet içinde, dünya böylesi bir karmaşa içinde. Bilinçsizce, bilmeden her kuşak gelecek kuşağı yok etmeye devam ediyor.
Tuzağın dışına kaçmaya çalışan ilk kuşak bu ve bu tamamıyla yeni bir tarihin başlangıcıdır. Ancak çocuklar kesinlikle son derece zekidir. Sadece çocukları izle, gözlerinin içine bak, yanıt verme tarzlarına bak.
Küçük Papo hayvanat bahçesinde babası ile birlikte olmaktan çok keyif alıyor gibiydi. Ancak aslanlara bakıyorlarken çocuğun yüzü bir şeyden sıkılmış gibi bir hal aldı ve babası ona neler olduğunu sordu. "Şey baba merak ediyordum da... Eğer aslan kafesi kırıp seni yerse eve gitmek için hangi numaralı otobüse binmem gerek?"
Sadece çocukları izle, daha gözlemci ol.
Bir öğretmen küçük çocuklardan oluşan sınıfına Eski Ahit'ten en beğendikleri hikâyenin resmini çizmesini istedi. Küçük bir oğlan eski bir arabayı süren bir adam resmetti. Arka koltukta her ikisi de küçük elbiseleriyle iki yolcu vardı. "Hoş bir resim," dedi öğretmen. "Fakat ne hikâyesi anlatıyor?"
Genç sanatçı soruya şaşırmış gibiydi. "Şey..." diye açıkladı. "İncil'de Tanrı'nın Adem ile Havva'yı cennet bahçesinden kovduğu söylenmiyor mu?"
Onların zekâsı için hiçbir kanıta ihtiyaç yok! Sen sadece etrafa bir bak; çocuklar her yerdeler, yalnızca bak.
Başka bir hikâye duydum...
Başka bir okulda öğretmen çocuklara aynı soruyu sormuştu: canlarının istediği herhangi bir hikâyenin resmini yapmalarını istedi. Bu çocuk araba yerine bir uçak çizdi. Uçağın dört tane penceresi vardı. Bir pencereden, Allah Baba dışarı bakıyordu, diğerinden Kutsal Ruh, üçüncüsünden İsa Mesih bakıyordu. Ancak öğretmenin kafası karışmıştı ve "Bu üçünü anlayabiliyorum ama dördüncüsü kim?" diye sordu.
"Bu Pilot Pontius!" dedi çocuk.
Kimse çocukları izlemez. Aslında herkes onların sadece bir baş belası olduğunu düşünür. Onlar dinlenilmemeli, sadece gözetlenmelidir; çağlar boyunca inanılan şey bu olmuştur. Onların ne istediği kimin umurunda? Onların ne dediğine kim kulak asıyor? Kim dinliyor?
Bir çocuk nefes nefese kalmış ve hızla nefes alır halde eve koşmuş ve annesine, "Ne oldu biliyor musun? Bir kaplan okuldan eve kadar beni kovaladı! Bir şekilde başardım; çok hızlı koşmak zorunda kaldım!" demiş.
Anne, "Bana bak, sana milyonlarca defa abartmamanı söyledim; milyonlarca kez abartmamanı! Ve şimdi yine başlıyorsun! Sokakta bir kaplan mı buldun? Nerede kaplan"?" diye sormuş.
Küçük bir köpek!
Anne baktı ve, "Bu bir kaplan mı? Şunu çok iyi biliyorsun ki bu bir köpek! Yukarı çık ve Tanrıya dua et ve af dile!" dedi.
Çocuk gitti. Birkaç dakika sonra geri geldi. Ve anne, "Dua ettin mi? Tanrı'ya sordun mu?" diye sordu.
"Evet, 'Tanrım beni affet! Bu küçük köpeği bir kaplan gibi düşünmek tamamen benim yanlışımdı' dedim. Ve Tanrı da, 'Endişelenme! Onu ilk gördüğümde ben de onu bir kaplan sanmıştım' dedi"
Çocukların muazzam bir zekâsı vardır ama çağlar boyudur onların bunu geliştirmesine izin verilmemiştir.
Çocuklara hiçbir şeyin empoze edilmediği ama Tanrı vergisi zekâlarını güçlendirecek yeni türden bir eğitim sistemi yaratmak zorundayız. Neredeyse hiçbir faydası olmayan bilgilerle doldurulmamalılar. Çocukların zihinlerine atıp durduğumuz bilgilerin yüzde doksan dokuzu aptalcadır, salakçadır. Fakat bu bagaj, bu yük yüzünden çocuk asla ağırlıklardan özgürleşemeyecektir.
Ben bir üniversitede profesör idim ve ilkokuldan üniversiteye kadar bir öğrenciydim. Benim kendi gözlemim odur ki çocukların üzerine fırlatıp durduğumuz bilgilerin yüzde sekseni son derece gereksizdir; hiçbir yararı yoktur. Ve sadece gereksiz değil zararlıdır da, pozitif bir şekilde zararlıdır.
Çocukların daha çok eğitim sistemimizin şu anki temeli olan tekrarcılığa değil, icatçı olmasına yardım edilmeli. Tüm eğitim sistemimiz ezberciliğe göre düzenlenmiştir. Şayet bir çocuk diğerlerinden daha iyi tekrarlıyorsa, o zaman onun daha zeki olduğu düşünülür. Aslında sadece daha iyi bir hafızası var, daha iyi bir zekâ değil. Neredeyse her zaman iyi bir hafızaya sahip bir adamın iyi bir zekâya sahip olmadığı ve tam tersi görülmektedir.
Albert Einstein'ın iyi bir hafızası yoktu. Newton, Edison ve pek çok muhteşem buluşun sahipleri gerçekten çok şeyi unuturlardı.
Fakat bizim tüm eğitim sistemimizin merkezi hafızadır, zekâ değil. Hafızayı daha çok ve daha çok bilgiyle doldur, adamı bir makineye çevir! Üniversitelerimiz insanların birer makineye indirgendiği fabrikalardır. Seni bir makine yapmak uğruna yirmi beş yıl —hayatının üçte biri— çöpe gitti! Ve sonradan seni yeniden çözmek, seni yeniden bir insanoğlu haline getirmek çok zordur.
Benim işim de bu. Buraya makine olarak; son derece katı, pek çok anıyla, bilgiyle dolu, bilgili halde, kesinlikle kafanın içinde, oraya asılmış olarak gelirsin. Kalbinle ve tüm varlığınla bütün temasını yitirmişsindir. Seni kalbe doğru ve varlığına doğru çekmek gerçekten zor bir görevdir. Ancak daha iyi bir dünyada buna gerek kalmayacak. Eğitim insanların daha çok ve giderek daha çok zeki hale gelmelerine yardım etmeli, daha çok ve daha çok ezberci değil. Şimdi o bir ezberdir: Sana söylenen saçmalık her neyse kafana sokuşturursun ve sınav kâğıdına kusarsın; ve ne kadar iyi kusarsan o kadar iyi notlar alırsın. Hatırlaman gereken sadece tek bir şey var: tam olarak ezberci olmak. Hiçbir şey ekleme, hiçbir şey silme, bir şey icat etme, orijinal olma.
Orijinallik öldürülür, ezbercilik onurlandırılır. Ve zekâ ise sadece orijinalliğin onurlandırıldığı bir atmosferde gelişebilir.
Masumiyet senin doğanın ta kendisidir. O olmak zorunda değilsin; halihazırda osun. Sen masum doğdun. Masumiyetinin üzerine katman katman koşullanma dayatıldı. Masumiyetin bir ayna gibidir ve koşullanma ise toz katmanları gibi. Aynayı elde etmeye gerek yok, ayna zaten orada; veya daha doğrusu burada. Ayna kayıp değil, o sadece toz katmanları arkasında gizli.
Kendi doğana ulaşmak için bir yol izlemene gerek yok çünkü kendi doğanı terk edemezsin, başka bir yere gidemezsin. Bunu istesen bile imkânsızdır. Doğanın tam tanımı budur; Doğa arkada bırakılamayacak, vazgeçilemeyecek olan anlamına gelir ama onu unutabilirsin. Onu yitiremezsin fakat o unutulabilir.
Ve olan şey tamamen budur. Ayna kayıp değildir ama unutulmuştur; çünkü o artık ayna olarak iş görmüyor. Onda bir hata olduğundan değil, sadece onu kaplayan toz katmanları var. Gereken tek şey onu temizlemek, toz katmanlarını kaldırmaktır.
Masum hale gelme süreci gerçekte bir oluş süreci değildir, o kendini keşfetme sürecidir. O bir keşiftir elde etmek değildir. Yeni bir şey elde etmezsin, her zaman olduğun şeye basitçe ulaşırsın. O unutulmuş bir lisandır.
Bu pek çok kez olur: Yolda birisini görürsün onu hatırlarsın, yüzü tanıdık gelir. Birden onun adını da bildiğini hatırlarsın. "Tam dilimin ucunda," dersin ama hâlâ sana gelmiyordur. Ne oluyor? Eğer sadece dilinin ucunda ise o halde niçin söyleyemiyorsun? Onu bildiğini bilirsin ama onu yine de hatırlayamazsın. Ve daha çok uğraştıkça giderek zorlaşır çünkü çaba sarf etmek seni daha da gerginleştirir ve gergin olduğunda kendi doğandan uzaklaşırsın. Zaten orada olan şeyden daha da uzaklaşırsın. Rahat olduğunda daha yakınsındır; tamamen rahatladığında ise o kendiliğinden yüzeye çıkacaktır.
O yüzden çok çabalarsın ama gelmez sonra da unutursun. Bir süre sonra banyoda uzanırken ya da havuzda yüzüyorken o adamın ismini hatırlamaya bile çalışmıyorken ansızın su üstüne çıkıverir. Ne oldu? Hatırlamaya çalışmıyordun ve rahattın. Rahat olduğunda genişsin, gergin olduğunda daralırsın; ne kadar gerginsen o kadar darsın. Seninle ve içinde olan sen arasındaki geçit o kadar daralır ki hiçbir şey, tek bir isim bile geçemez.
Tüm büyük bilimsel buluşlar bu gizemli yoldan yapılmıştır; bu son derece bilimsel olmayan yoldan diyelim.
Madam Curie, bir matematik problemi üzerinde üç yıldır kesintisiz çalışıyordu ve ne kadar çabalarsa çözüm o kadar uzak gözüküyordu. O tüm yolları denedi ama hiçbirisi çalışmadı, hiçbir şey olmuyordu. Ve çok derinde bir yerde, belli belirsiz bir duygu vardı, "Çözüm var. Ben saçma sapan bir şey için mücadele etmiyorum." Bu duygu alttan alta her zaman akmaya devam etti; o nedenle çabalamaktan da vazgeçemedi. Yoruluyordu; üç yıl tek bir problem için harcamıştı. Fakat derinde bir yerde birisi ona, "Çözüm mümkün. Bu çalışma faydasız değil devam et" diyordu. Ve o inatla devam etti, ısrar etti. Tüm diğer projeleri bıraktı, kendisini tek bir probleme tamamen zorladı. Ama ne kadar çabaladıysa, o da o kadar imkânsız hale geldi.
Bir gece aşağı-yukarı Gautama Buda'nın başına gelen şeyin aynısı onun başına da geldi; elbette problemler farklıydı ama süreç aynıydı. Buda aydınlanmaya ulaşmak için altı yıl mücadele etti ve hiçbir şey elde edemedi. Sonra bir gece tüm çabayı bıraktı, uyumaya gitti ve sabaha doğru en son yıldız kaybolurken aydınlandı.
Madam Curie, proje fikrini bıraktığı o gece bu bölümü kapattı. "Bu kadar yeter! Bir problem için üç yıl harcamak çok fazla." Çözülmeyi bekleyen pek çok başka problem vardı. Zihninde bitmişti. Buna rağmen içindeki bu anlayış sürekli bir uğultu gibi hâlâ duruyordu. Ama o yeterince onu takip etmişti, artık zamanı gelmişti. İnsanın sınırlı vakti var; bir problem için üç yıl çok fazlaydı. İsteyerek bu fikirden vazgeçti. Onun için bu proje kapanmıştı. Bir daha asla bu problemle meşgul olmayacak şekilde uyumaya gitti.
Ve sabahleyin uyandığında şaşırmıştı. Masasının üzerindeki bir kâğıt parçasında kendi el yazısı yazılmış ile çözüm duruyordu. Gözlerine inanamadı. Bunu kim yapmıştı? Hizmetçi yapmış olamazdı; matematik hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ve Madam Curie onu üç yıldır yapamamışken hizmetçi nasıl yapmış olabilirdi? Ve evde başka hiç kimse yoktu. Ve hizmetçi geceleyin içeri girmemişti, kapılar içerden kilitli idi. Yakından baktı ve kendi el yazısını tanıdı.
Sonra ansızın bir rüyayı hatırladı. Rüyada uyandığını ve masaya gidip bir şey yazdığını görmüştü... Yavaş yavaş rüya netleşti. Yavaş yavaş geceleyin yapmış olduğunu hatırladı. O bir rüya değildi, onu gerçekten yapmıştı. Ve çözüm buydu! Üç yıl boyunca sıkı bir şekilde mücadele ediyordu ve hiçbir şey olmuyordu; ve projeyi bıraktığı gece o gerçekleşti. Ne olmuştu? O rahatlamıştı. Bir kez çabalamayı bıraktığında gevşersin, dinlenirsin, yumuşarsın, genişlersin, açık hale gelirsin. O onun içinde idi, yüzeye çıktı. Zihni gergin olmadığında yüzeye çıktı.
Masumiyet oradadır sen sadece onu unuttun; sana unutturuldu. Toplum kurnazdır. Yüzyıllar boyunca insan eğer kurnazsa bu toplumda hayatta kalabileceğini öğrenmiştir; ne kadar kurnazsan o kadar başarılı olacaksın. Tüm politika oyunu bundan ibarettir: kurnaz ol, diğerlerinden daha kurnaz ol. Kimin daha çok kurnaz olabileceği sürekli bir mücadele ve yarışmadır. Kurnaz olan kim olursa o daha başarılı, daha güçlü olacaktır.
Yüzyıllar süren kurnazlıktan sonra insan tek bir şey öğrenmiştir: masum kalmak tehlikelidir, hayatta kalamayacaksın. O yüzden anne babalar çocuklarını masumiyetlerinin içinden çıkartmaya çalışır. Öğretmenler, okullar, kolejler, üniversiteler seni daha kurnaz, daha uyanık yapma işi için var olurlar. Onlar buna zekâ deseler bile o zekâ değildir.
Unutma zekâ masumiyetin karşısında değildir. Zekâ masumiyetin tadıdır, zekâ masumiyetin güzel kokusudur. Kurnazlık masumiyetin karşısındadır. Ve kurnazlık, uyanıklık zekâ ile eş anlamlı değildir. Fakat zeki olmak içe doğru muhteşem bir yolculuk gerektirir. Hiçbir okul, hiçbir kolej, hiçbir üniversite yardım edemez. Ebeveynler, din adamları, toplum bunların hepsi dışa dönüktür; onların hiçbirisi içe doğru gitmene yardım edemez. Ve Budalar çok enderdir. Aralarında çok zaman vardır. Herkes bir Buda olacak kadar şanslı değildir. Sadece bir Buda senin zeki bir kişi olmana yardım edebilir. Ancak senin ilkokul öğretmenin ve lise öğretmenin ve üniversite profesörün olacak kadar çok sayıda Buda bulamazsın; bu imkânsızdır.
O nedenle zekânın yerine geçecek bir şey vardır. Kurnazlık zekânın yedeğidir; çok zavallı bir yedeğidir unutma. Ve sadece zavallı bir yedek değil, onun tam zıddıdır da.
Zeki insan kurnaz değildir, kesinlikle zekidir ama onun zekâsı masumiyetini el değmeden korur. Onu sıradan şeyler için satmaz. Kurnaz insan ruhunu küçük şeyler için satmaya hazırdır.
Judas İsa'yı sadece otuz gümüş paraya sattı; sadece otuz gümüş paraya. Ve bir İsa satılabilir. Judas çok zeki olduğunu düşünmüş olmalı ama o basitçe kurnazlık yapıyordu. Eğer kurnaz sözcüğünü sevmezsen ona uyanık diyebilirsin; bu sadece aynı şey, aynı çirkin şey için iyi bir isimdir.
Toplum seni kurnaz olmaya hazırlar ki bu sayede bu var oluş kavgasında, bu hayatta kalma mücadelesinde yarışmaya muktedir olasın. Bu bir kafa koparma yarışması, herkes birbirinin gırtlağına sarılıyor. İnsanlar başarılı olmak için, ünlü olmak için, başarı, ün ve şan merdivenini tırmanmak için her şeyi yapmaya hazırdır. Onlar seni bir atlama taşı olarak kullanmaya hazırdır. Sen de kurnaz olmadıkça basitçe kullanılacak, maniple edileceksin. O nedenle toplum her çocuğu kurnaz olmak için eğitir. Ve bu kurnazlık katmanı senin masumiyetini gizliyor.
Masumiyet elde edilmek zorunda değildir o zaten oradadır. Bu yüzden o olmak diye bir şey söz konusu değildir o senin varlığındır. O yalnızca keşfedilmelidir; ya da yeniden keşfedilmelidir. Başkalarından öğrendiğin her şeyi unutmak zorundasın ve hemen masum olacaksın.
Bu nedenle ben ödünç alınmış tüm bilgiye karşıyım. İncil'den alıntı yapma, Gita'dan alıntı yapma. Papağan gibi davranma. Sadece ödünç bilgilere dayanarak yaşamaya devam etme. Kendi zekânı aramaya ve bulmaya başla. Negatif bir süreç gerekli; o viya negativa aracılığıyla edinilebilir. Bu Buda'nın yoludur. Sana verilen her şeyi inkâr etmek zorundasın. "Bu benim değil; o nedenle onun üzerinde bir iddiam yok. Doğru olabilir, doğru olmayabilir. Kim bilir? Başkaları onun öyle olduğunu söylüyor; benim deneyimim olmadığı sürece ne hemfikir olurum ne de olmam. Ne inanacağım ne de inanmayacağım. Ne bir Katolik ne de bir komünist olmayacağım; ne bir Hindu ne de bir Müslüman olmayacağım. Basitçe hiçbir ideolojiyi takip etmeyeceğim" demek zorundasın. Çünkü kimi izlersen izle kendi etrafında toz topluyorsun. İzlemeyi bırak.
[...] Benim işim sana bir şey öğretmek değil senin kendini keşfetmene yardım etmektir. Sadece tüm bilgiyi bırak. Bu acıtır çünkü bu bilgiyi çok uzun süredir taşıyorsun ve bu bilgi ile, derecelerinle, yüksek lisansınla ve doktoranla ve doçentliğinle böbürlenip duruyorsun. Ve sen tüm bu derecelerinle övünüp duruyorsun. Ve ansızın ben sana tüm bu saçmalığı bir kenara at diyorum.
Tıpkı bir çocuk gibi basitçe. Doğduğun zamanki gibi yeniden bir çocuk ol, Tanrı'nın seni bu dünyaya gönderdiği gibi. Bu aynaya benzeyen haldeyken olanı yansıtabileceksin. Masumiyet bilmeye giden yoldur. Bilmenin kapısıdır. Bilgi engeldir ve masumiyetse köprüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder