FARKLI TÜRDEN BİR İTAATSİZLİK

Benim itaatsizlikten ne kastettiğimi anlamak önemlidir. O sözlüklerde bulacağın itaatsizlik değildir. Benim itaatsizlik fikrim ne yapılacağının söylenmesinden nefret etmek ya da sana söylenenin tam tersini yapmak, tepki içinde olmak değildir.

İtaatin zekâya ihtiyacı yoktur. Tüm makineler itaat eder; hiç kimse bir makinenin itaatsiz olduğunu duymamıştır. İtaat basittir de. Seni tüm sorumlulukların ağırlığından kurtarır.

Tepki vermene gerek yok, sen sadece söyleneni yapmak durumundasın. Sorumluluk emrin geldiği yerde kalır. Bir anlamda çok özgürsün: Eylemin yüzünden eleştirilemezsin.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Nurnberg mahkemelerinde Adolf Hitler'in pek çok üst düzey adamı basitçe kendilerinin sorumlu olmadığını ve suçlu hissetmediklerini söylediler. Onlar sadece itaat ediyordu; onlara ne söylendi ise yaptılar ve onlar yapabileceklerinin en iyisini yaptılar. Aslında onları sorumlu tutmak ve onları suçlamak, onları cezalandırmak, onları darağacına göndermek bana göre adil değildi. O adalet değil intikamdı. Adolf Hitler savaşı kazanmış olsaydı o zaman Churchill'in insanları, Roosevelt'in insanları, Stalin'in insanları ya da onların kendileri aynı durumda olacak ve aynı şeyi söyleyecekti; onlar sorumlu değillerdi.

Şayet Stalin mahkemede duruyor olsaydı onun Komünist Partisi'nin yüksek iradesinin emirleri olduğunu söyleyecekti. Onun sorumluluğu değildi o, onun kararı değildi; o kendi başına hiçbir şey yapmamıştı. O nedenle eğer birisini cezalandırmak istersen emrin kaynağını cezalandır. Fakat sen tüm dinlerin öğrettiği ve tüm dünya liderlerinin öğrettiği bir şeyi; itaati yerine getirmiş olan bir kişiyi cezalandırıyorsun.

İtaatin bir basitliği vardır; itaatsizliğin biraz daha yüksek düzeyde zekâya ihtiyacı vardır. Herhangi bir salak itaat edebilir; aslında sadece salaklar itaat edebilir. Zekâsı olan bir kişinin niçin diye sorması kaçınılmazdır: "Niçin onu yapmam gerekiyor?" Onun sonuçlarını ve nedenlerini bilmediğim sürece bu işin içine girmeyeceğim." O zaman o sorumludur.

Sorumluluk bir oyun değildir. O hayatın en hakiki —tehlikelidir de— yollarından birisidir. Ancak o itaatsiz olmak adına itaat etmemek anlamına da gelmez. Bu da aptalca olacaktır.

Sufi mistik Nasreddin Hoca hakkında bir hikâye vardır. En başından beri onda bir terslik olduğu düşünülmüştü. Anne babasının başı dertteydi. "Sağa doğru git," diyecek olsalar o sola giderdi. En sonunda yaşlı babası onu umursamaktansa eğer sola gitmesini istiyorsa sağa gitmesini söylemenin daha iyi olacağını düşündü; onun sola gitmesi kesindi.

Bir gün nehri geçiyorlardı. Eşeğin sırtına yüklenmiş büyük bir şeker çuvalı taşıyorlardı ve çuval sağa doğru eğilmişti dolayısıyla kayıp nehre düşme tehlikesi vardı. Eşeğin üzerinde dengede durmak zorundaydı. Ancak Nasretteddin'e çuvalı sola doğru itmesini söylemek şekeri kaybetmek anlamına gelirdi; o çuvalı sağa doğru iterdi.

O yüzden babası Nasretteddin'e, "oğlum çuval kayıyor; sağa doğru it," dedi. Ve Nasreddin onu sağa doğru itti. "Bu garip ilk defa itaat ettin!" dedi babası. Nasreddin de, "sen de ilk kez beni kandırıyordun. Senin onu sola itmemi istediğini biliyordum; kendi gözlerimle onun ne tarafa gitmesi gerektiğini görebiliyordum. Böyle ince numaralarla beni itaat eder hale getiremezsin," dedi.

Fakat sadece itaat etmenin tersine gitmek zekânı yükseltmez. Aynı düzlemde kalırsın. İtaat ya da itaatsizlik ama zekâda bir değişiklik yok.

Bana göre itaat etmemek büyük bir devrimdir. Bu her koşulda kesin bir hayır anlamına gelmez. O basitçe onu yapmaya ya da yapmamaya, onun yararlı mı yararsız mı olduğuna karar vermek demektir. O sorumluluğu üzerine almaktır. Kişiden ya da ne yapılacağının söylenmesinden nefret etmek önemli değildir çünkü bu nefretin içinde itaatkâr ya da itaatsiz olarak davranamazsın; çok bilinçsizce davranırsın. Zekice davranamazsın.

Sana bir şey yapman söylendiğinde sana bir karşılık verme fırsatı tanınır. Belki senden istenen şey doğrudur; o zaman yap onu ve senden onu doğru zamanda yapmanı isteyen kişiye minnettar ol. Belki o doğru değildir o zaman onu netleştir. Kendi nedenlerini ileri sür, niçin doğru değil. Sonra onun istediği şeyin yanlış yönde gitmek olduğunu o kişinin görmesine yardımcı ol. Fakat nefretin yeri yoktur. Eğer doğru ise severek yap. Eğer doğru değilse o zaman daha da çok sevgiye ihtiyaç vardır çünkü o kişiye yanlış olduğunu söylemek, o kişiye izah etmek zorunda kalacaksın.

İtaatsizliğin yolu durağan değildir; her emre karşı çıkmak ve o kişiye karşı kızgın hissetmek ve nefret etmek ve intikam almak. İtaatsizliğin yolu büyük bir zekânın yoludur. O nedenle nihai olarak mesele itaat ya da itaatsizlik değildir. Özüne indirgendiğinde o basitçe zekâ sorunudur; zeki olarak davranmaktır. Bazen itaat etmen gerekecek ve bazen de, "Özür dilerim yapamayacağım," demek zorunda kalacaksın. Ama nefret etmeye gerek yok, öfkeye, intikama gerek yok. Şayet nefret, öfke ya da intikam ortaya çıkarsa bu aslında sana söylenen şeyin doğru olduğunu ancak itaat etmenin senin egonu incittiği anlamına gelir. Bu incinme duygusu nefret olarak, öfke olarak ortaya çıkar.

Fakat mesele senin egon değildir; mesele senin yapmak zorunda olduğun eylemdir. Ve sen bütün zekânı onu anlamak için ortaya çıkartmak zorundasın. Şayet doğruysa o zaman itaat et; eğer değilse itaatsiz ol. Ama bir çelişki yoktur, incinmiş duygular yoktur.

Eğer itaat ediyorsan kolaydır; kimseye açıklama yapmaya ihtiyaç yok. Ancak eğer itaat etmiyorsan o zaman bir açıklama borcun var. Ve belki de senin açıklaman doğru değildir. O zaman geri adım atıp onu yapmak zorundasın.

Kişi zeki bir şekilde yaşamalıdır; hepsi bu. O zaman yaptığı her şey kendi sorumluluğudur.

Büyük entelektüeller dahi zekice yaşamazlar. Bu çağın en büyük entelektüellerinden biri olan Martin Heidegger, Adolf Hitler'in takipçisiydi. Ve Adolf Hitler'in yenilgisinden sonra ve onun hayvanlığının, canavarlığının, katilliğinin, saldırganlığının ortaya serilmesinden sonra Martin Heidegger bile geri adım atıp "Ben sadece ülkenin liderini takip ediyordum" diyebilmiştir.

Ancak bir felsefecinin ülkenin liderini takip etmek gibi bir işi yoktur. Aslında bir felsefecinin temel görevi ülkenin liderlerine rehberlik etmektir, onların rehberliğine girmek değil. Aktif politikanın dışında olduğu için onun görüşünün diğerlerinkinden daha net olması gerekir. O dışardan bakıyor, eylemin içine girmiş olanlardan daha iyi bazı şeyleri görebilir.

Fakat sorumluluğu başkasının üzerine atmak kolaydır...

Şayet Adolf Hitler zaferi kazansaydı Martin Heidegger'in, "O zaferi kazandı çünkü benim felsefemi izledi," diyeceğinden eminim. Ve Martin Heidiegger Adolf Hitler'e kıyasla çok daha büyük bir entelekti. Adolf Hitler sadece bir geri zekâlıydı. Ama güç...

Bizler güçlü olanı izlemek üzere yetiştirildik; baba, anne, öğretmen, din adamı, Tanrı. Özünde kim güce sahipse onun haklı olduğu bize söylendi: "Kudretli olan haklıdır ve sen onu izlemek zorundasın." O basittir çünkü hiç zekâya gerek duymaz. O basittir çünkü sen asla sorumlu tutulamazsın, her ne olduysa bunun senin sorumluluğun olduğu hiçbir şekilde sana söylenemez.

Dünyanın her tarafındaki ordularda yıllar süren eğitim boyunca sadece tek bir şey öğretilir ve o da itaattir. İkinci Dünya Savaşında Almanya'da iyi insanlar vardı; ancak onlar toplama kamplarının başındaydılar! Onlar iyi babalar, iyi kocalar, iyi arkadaşlardı. Onları aileleriyle, arkadaşlarıyla kulüpte görenler bu insanların her gün binlerce Yahudi'yi katlettiklerini hayal edemezdi. Ve onlar kendilerini suçlu falan hissetmiyorlardı çünkü o yukardan gelen bir emirdi sadece. Onların tüm eğitimi emre itaat etmek zorunda olduklarından ibaretti. Onların kanı, kemiği, iliği haline gelmişti bu: emir geldiğinde itaat tek seçenektir.

İnsanlık bugüne kadar böyle yaşamıştır ve ben bu yüzden itaat en büyük suçlardan birisidir diyorum çünkü tüm diğer suçlar ondan doğar. O seni zekândan alıkoyar, o seni karar verme yetinden alıkoyar, o seni sorumluluk almaktan alıkoyar. O seni bir birey olarak yok eder. O seni bir robota çevirir.

O nedenle ben tamamen itaatsizlik taraftarıyım. Ancak, itaatsizlik sadece itaate karşı değildir, itaatsizlik itaatin ve sözlüklerde tanımlanan sözde itaatsizliğin üzerindedir, itaatsizlik basitçe senin zekânın dışavurumudur: "Sorumluluğu alıyorum ve kalbimin ve varlığımın doğru olduğunu hissettiği her şeyi yapacağım. Zekâma karşı gelen hiçbir şeyi yapmayacağım."

Çocukluğumdan üniversiteye kadar tüm yaşamım boyunca itaatsiz olduğum için suçlandım. Ve ben, "Ben itaatsiz değilim. Ben sadece kendi zekâmla neyin doğru olduğunu, neyin yapılması gerektiğini bulmaya çalışıyorum. Ve onun tüm sorumluluğunu alıyorum. Eğer bir şey yanlış giderse o benim hatamdır. Bana yapmamı söylediği için kimseyi suçlamak istemiyorum" diye ısrar ettim. Ancak o anne-babam için, öğretmenlerim, profesörlerim için zor bir şeydi.

Okulumda şapka giymek sorunluydu ve ben liseye şapkasız girdim. Hemen öğretmen, "Şapkanın zorunlu olduğundan haberin var mı, yok mu?" diye sordu.

"Şapka gibi bir şey zorunlu olamaz. Başına bir şey koymak nasıl zorunlu olabilir? Kafa zorunludur ama şapka değil. Ve ben kafayla geldim; belki de siz sadece şapkayla gelmişsinizdir," dedim.

O da, "Sen garip bir tipsin. Okul yönetmeliğinde hiçbir öğrencinin okula şapkasız giremeyeceği yazıyor" dedi.

"O zaman bu yönetmelik değişmeli. O insanlar tarafından yazıldı, Tanrı tarafından değil; ve insanlar hata yapabilir" dedim.

Öğretmen buna inanamadı. "Senin derdin ne? Niçin sadece bir şapka takamıyorsun?" dedi.

"Sorun şapkada değil; ben onun niçin zorunlu olduğunu, bunun sonuçlarını, onun nedenlerini bulmaya çalışıyorum. Eğer siz bunu açıklayamıyorsanız beni müdüre götürebilirsiniz ve bunu tartışabiliriz," dedim. Beni müdüre götürmek zorunda kaldı.

Hindistan'da Bengalliler en zeki insanlardır; onlar şapka takmaz. Ve Pencaplılar en aptallardır, basit insanlardır ve onlar türban takarlar. Bu nedenle müdüre, "Duruma bakarsak; Bengalliler hiç şapka takmıyorlar ve onlar ülkedeki en zeki insanlardır ve Pencaplılar ise sadece şapka takmakla kalmayıp çok sıkı bir türban da takıyorlar ve onlar en aptal insanlardır. Eğer bunun gerçekten zekâ ile bir ilgisi varsa bu riski almasam daha iyi olacak," dedim.

Müdür beni dinledi ve dedi ki "Bu çocuk inatçı ama söylediği şey anlam ifade ediyor. Bunu hiç düşünmemiştim; bu doğru. Ve biz yönetmeliği zorunlu olmaktan çıkarabiliriz. Şapka takmak isteyen takabilir; takmak istemeyen içinse buna gerek yok çünkü onun öğrenmekle bir ilişkisi yok."

Öğretmen buna inanamadı. Geri dönerken bana "Sen ne yaptın?" diye sordu.

"Ben bir şey yapmadım, ben sadece durumu anlattım. Ben kızgın değilim, ben şapka giymeyi çok istiyorum. Eğer onun zekâya yardım ettiğini hissediyorsan niye bir tane giyesin? İki şapka, üç şapka, şapka üzerine şapka giyebilirim şayet benim zekâma yardımı olacaksa...kızgın değilim. Fakat onun değerini kanıtlamak zorundasın" dedim.

Hâlâ onun sözlerini hatırlarım, öğretmen de bana dedi ki "Hayatın boyunca başın belada olacak. Hiçbir yere uyum sağlayamayacaksın."

"Buna bir itirazım yok ama ben bir ahmak olmak ve her yere uyum sağlamak istemiyorum. Uyumsuz ama zeki olmak iyidir. Ve ben okula zekâyı öğrenmeye geldim o yüzden zeki bir şekilde uyumsuz olabilirim! Lütfen beni bir daha birey olmaktan makinenin dişlisi yapmaya çalışmayın" dedim. Ve ertesi günden itibaren şapkalar kayboldu; sadece öğretmen şapka ile gelmişti. Ve sınıfa ve okula bakınca...çünkü şapkaların zorunlu olmadığı yeni kural konmuştu ve tüm diğer öğretmenler ve hatta müdür bile şapkasız gelmişti. Çok aptal görünüyordu. Ben de ona, "Hâlâ vakit var. Onu çıkarıp cebine koyabilirsin" dedim. Ve o da yaptı!

"Doğru. Eğer herkes şapkaya karşı ise...ben sadece kurala uyuyordum" dedi.

O nedenle unutma ben itaatsizlikten bahsederken itaatin yerine itaatsizliği koymayı kastetmiyorum. Bu seni daha iyi yapmayacak. Sadece onun sana bağlı olduğunu, hayatındaki tüm eylemlerde senin belirleyici faktör olman gerektiğini netleştirmek için itaatsizlik sözcüğünü kullanıyorum. Ve bu muhteşem bir güç verir çünkü ne yaparsan yap onu belli bir rasyonel destekle yaparsın. Sadece zekice yaşa.

Eğer sana bir şey söylenirse onun doğru mu yanlış mı olduğuna karar ver. O zaman suçluluk duygularından uzak durabilirsin. Aksi taktirde onu yapmazsan suçlu hissedersin; yaparsan yine suçlu hissedersin. Eğer yaparsan uşaklık ettiğini, kendini ifade etmediğini, kendin olmadığını hissedeceksin. Ve eğer yapmazsan, yine kendini suçlu hissetmeye başlayacaksın çünkü belki de o yapılması gereken şeydi ve sen onu yapmıyorsun.

Tüm bu beceriksizliklere gerek yok. Sadece basit ol. Şayet senden bir şey istenirse zekice yanıt ver. Ve zekân neye karar verirse versin şu ya da bu şekilde onu yap; ama sorumlu sensin. O zaman suçluluk söz konusu değildir.

Şayet onu yapmayacaksan onu niçin yapmayacağını o kişiye açıkla. Ve kızmadan açıkla çünkü kızgınlık basitçe senin zayıf olduğunu, gerçekten zekice bir yanıtın olmadığını gösterir. Kızgınlık her zaman bir zayıflık göstergesidir. Sadece düz bir şekilde ve basitçe her şeyi açıkla; belki de diğer kişi senin haklı olduğunu görüp sana minnettar olur. Yahut, belki de diğer kişi seninkinden daha iyi nedenlere sahiptir; o zaman sen ona müteşekkir olursun çünkü o senin bilincini yükseltmiştir.

Hayatta zekânı, bilincini yükseltecek her fırsatı kullan.

Normalde yaptığımız şey her fırsatı kendimize cehennem yaratmak için kullanmaktır. Sadece sen acı çekersin ve senin perişanlığın yüzünden başkalarına da acı çektirirsin. Ve pek çok insan bir arada yaşarken eğer birbirleri için sefalet yaratıyorlarsa bu katlanmaya devam eder. Dünya böylelikle bir cehenneme dönüşmüştür.

O hızla değişebilir.

Sadece temeldeki bir şey anlaşılmalıdır, zekâ olmadan cennet yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder