BİLİNEN, BİLİNMEYEN, BİLİNMEZ OLAN

Zekâ, hakkında hiçbir şey bilmediğin şeylerin içini net bir şekilde kavramaktır. Hafıza sadece senin tarafından bilinen şeylerde işe yarar. Ancak hayat bilineni, bilinmeyeni ve bilinemez olanı içerir. Bilinen söz konusu olduğu sürece hafıza yeterlidir.

Senin üniversitelerinin ve tüm eğitim sistemlerinin yaptığı şey budur: Onlar basitçe senin hafızanı giderek daha çok bilgi ile besliyorlar ve senin hafıza sistemin tarafından bilinen şeylerin cevabını hemen verebileceksin. Bu cevap senin zeki olduğunu kanıtlamaz.

Zekâ sadece sen bilinmeyenle, önceden hakkında hiç bir anıya sahip olmadığın, hiç bilgiye, hiç veriye sahip olmadığın şeylerle karşılaştığın zaman bilinir. Bilinmeyenle karşılaştığın zaman, belirleyici olan odur. Nasıl karşılık veriyorsun?

Zekâ yeni durumlara yanıt verebilme kapasitesi anlamına gelir. O senin varlığından gelir —zihin sadece bir araçtır— ona ait olmadan zihnin ne olduğuna ilişkin bir tür farkındalık senin varlığının içinden gelir. Zekâ tanığın niteliğidir; o zihni izler ve zihne yön verir. Bir hikâye:

Öğrenci Doko ustasına geldi ve sordu "Hangi zihin durumunda hakikati aramalıyım?"

Usta yanıtladı, "Zihin yoktur, o yüzden onu herhangi bir hale sokamazsın ve hakikat yoktur ve dolayısıyla onu arayamazsın."

Doko, "Eğer zihin yoksa ve hakikat yoksa niçin tüm bu öğrenciler her gün senin önüne gelip çalışıyorlar?" dedi.

Usta etrafına bakındı, "Ben kimseyi görmüyorum."

Soruyu soran: "O zaman sen kime öğretiyorsun?"

"Benim dilim yok o zaman nasıl öğretebilirim?" diye yanıtladı usta.

Bunun üzerine Doko üzgün bir şekilde, "Seni izleyemiyorum; seni anlayamıyorum," dedi.

Usta da, "Ben kendi kendimi anlamıyorum," dedi.

Hayat öylesine bir gizemdir ki onu kimse anlayamaz ve kim onu anladığını iddia ederse o sadece cahildir. O ne dediğini bilmiyordur, o ne saçmaladığını bilmiyordur. Eğer sen bilge isen anlayacağın ilk şey şudur: hayat anlaşılamaz. Anlamak imkânsızdır. Sadece bu kadarı; yani anlamanın imkânsız olduğu anlaşılabilir. Bu güzel Zen öyküsünün söylediği şey budur.

Usta, "Ben kendi kendimi anlamıyorum" der. Eğer gidip aydınlanmış olanlara sorarsan onların cevabı bu olacaktır. Fakat gidip aydınlanmamış olanlara sorarsan sana pek çok yanıt vereceklerdir, pek çok doktrinler önereceklerdir; onlar çözülemeyecek olan gizemi çözmeye çalışacaktır. O bir bulmaca değildir. Bir bulmaca çözülebilir, bir gizem doğası gereği çözülemez; onu çözmenin bir yolu yoktur. Sokrates der ki, "Ben gençken çok şey bildiğimi düşünüyordum. Yaşlandığımda, bilgelikte olgunlaştığımda hiçbir şey bilmediğimi anladım."

Sufi ustalarından Cüneyt'in yeni bir genç adamla çalıştığı söylenir. Genç adam Cüneyt'in içsel bilgeliğinin farkında değildi ve Cüneyt öylesine sıradan bir hayat yaşıyordu ki bir Buda'nın yakınında olduğunu fark etmek için çok hassas gözlere ihtiyaç vardı. O sıradan bir işçi gibi çalıştı ve yalnızca görebilenler onu ayırt edebilirdi. Buda'yı fark etmek çok kolaydı —o bir Bodhi ağacı altında oturuyordu; Cüneyt'i fark etmek çok zordu— o bir işçi gibi çalışıyordu, bir Bodhi ağacının altında oturmuyordu. O her açıdan kesinlikle sıradandı.

Genç bir adam onunla birlikte çalışıyordu ve bu genç adam sürekli olarak bilgisini gösteriyordu, o yüzden Cüneyt ne yaparsa yapsın, "Bu yanlış. Bu şu şekilde yapılır, öyle daha iyi olur," derdi. O her şeyi bilirdi. En sonunda Cüneyt güldü ve dedi ki, "Genç adam, bu kadar bilecek kadar genç değilim."

Bu gerçekten önemli bir şey. O der ki, "Bu kadar bilecek kadar genç değilim." Sadece genç bir adam bu kadar aptal, bu kadar deneyimsiz olabilir. Sokrates, "Gençken çok fazla şey biliyordum. Olgunlaştığımda, deneyim sahibi olduğumda tek bir şeyin farkına vardım; ben tamamıyla cahildim," derken haklıydı.

Hayat bir gizemdir; bunun anlamı onun çözülemeyeceğidir. Ve onu çözme çabalarının tümü anlamsızlaştığında gizem senin üzerine doğar. O zaman kapı açıktır; o zaman sen davetlisin. Bilen birisi olarak hiç kimse ilahi olana giremez; bir çocuk, cahil, hiç bir şey bilmeyen olarak gizem seni kucaklar. Bilen bir zihin ile sen kurnazsın, masum değilsin. Kapı masumiyettir.

"Ben kendim de anlamıyorum," dediğinde bu Zen ustası haklıdır. O çok derin, gerçekten derin, mümkün olan en derin cevap idi. Ancak bu hikâyenin en son kısmıdır. En baştan başla...

Mürit Zen ustasına gelip, "Hangi zihin durumunda hakikati aramalıyım?" diye sordu. Usta, "Zihin yoktur, o yüzden onu herhangi bir hale sokamazsın ve hakikat yoktur ve dolayısıyla onu arayamazsın," dedi.

Zihin var olmayan ancak öyleymiş gibi gözüken bir yanılsamadır ve o kadar çok öyle gözüken bir şeydir ki sen kendini zihin zannedersin. Zihin mayadır zihin sadece bir hayaldir, zihin sadece bir yansımadır...nehrin üzerinde yüzen bir sabun köpüğüdür. Güneş yükseliyor, ışınlar köpüğün içine sızıyor; bir gökkuşağı yaratılıyor ve onun içerisinde hiçbir şey yok. Köpüğe dokunduğunda patlar ve her şey ortadan kaybolur —gökkuşağı, güzellik— hiçbir şey kalmaz geride. Sadece boşluk sonsuzla bir olur. Orada sadece bir duvar vardı, köpükten bir duvar. Senin zihnin sadece köpükten bir duvardır; içerde senin boşluğun; dışarıda benim boşluğum. O sadece bir köpük, onu patlat ve zihin kaybolur.

Usta, "Zihin yoktur, o yüzden sen hangi halden bahsediyorsun?" dedi. Bunu anlamak zordur. İnsanlar bana gelip, "Biz sessiz bir zihin durumuna ulaşmak istiyoruz" der. Onlar zihnin sessiz olabileceğini düşünürler; zihin asla sessiz olamaz. Zihin karmaşa, rahatsızlık, hastalık demektir; zihin gergin, mutsuz ruh hali demektir. Zihin sessiz olamaz. Sessizlik olduğunda zihin yoktur. Sessizlik geldiğinde zihin kaybolur; zihin varsa artık sessizlik yoktur. O yüzden nasıl ki sağlıklı bir hastalık olamazsa, sessiz bir zihin de olamaz. Sağlıklı bir hastalık mümkün müdür? Sağlık varsa hastalık kaybolur. Sessizlik manevi sağlıktır; zihin manevi hastalıktır, manevi rahatsızlıktır.

O nedenle sessiz hiçbir zihin olamaz ve bu mürit soruyor: "Hangi türden, hangi çeşidinden; hangi zihin durumunu elde etmeliyim?" Nokta, nokta, nokta. Usta der ki, "Zihin yoktur, o nedenle herhangi bir hale erişemezsin." O yüzden lütfen bu yanılsamayı bırak; yanılsamanın içindeki bir duruma ulaşmaya çalışma. Bu tıpkı sanki gökkuşağının içinde seyahat etmek isteyip de bana, "Gökkuşağında yolculuğa çıkmak için hangi adımları izlemeliyim?" diye sorman gibidir. Ben de, "Gökkuşağı yok. Gökkuşağı sadece bir görüntü, o yüzden atılacak bir adım yok" derim. Bir gökkuşağı sadece görünür; o orada değildir. O bir gerçeklik değildir, o gerçeğin yanlış bir yorumudur.

Zihin senin gerçekliğin değildir; o yanlış bir yorumdur. Sen zihin değilsin, sen asla bir zihin olmadın, sen asla zihin olamazsın. Senin sorunun budur; sen var olmayan bir şeyle kendini özdeşleştirdin. Sen bir krallığa sahip olduğuna inanan bir dilencisin. O, krallığı hakkında, onu nasıl yöneteceğiyle, ona nasıl hükmedeceğiyle, anarşiyi nasıl önleyeceğiyle o kadar meşgul ki. Krallık yok ama o endişeli.

Chuang Tzu bir seferinde bir kelebek olduğunu rüyasında gördü. Sabah olduğunda epey bir depresyona girdi. Arkadaşları sordu; "Ne oldu? Seni hiç böyle dertli görmemiştik." Chuang Tzu, "Kafam karıştı, kayboldum, anlayamıyorum. Gece rüyamda bir kelebek olduğumu gördüm," dedi.

Arkadaşları güldü. "Hiç kimse rüya gördüğü için rahatsız olmaz. Uyandığında rüya kaybolur, o halde niye rahatsız oldun?"

"Önemli olan bu değil. Şimdi kafam karıştı: Şayet Chuang Tzu rüyasında bir kelebek olabiliyorsa, şimdi bir kelebeğin de uykuya dalmış ve rüyasında Chuang Tzu olduğunu görüyor olması mümkündür," dedi. Eğer Chuang Tzu rüyada bir kelebek olabiliyorsa, neden diğeri de olmasın? Kelebek rüya görebilir ve Chuang Tzu olabilir. O halde gerçek nedir; ya Chuang Tzu kelebek olduğu rüyasını gördü, ya da kelebek Chuang Tzu olduğunu rüyasında görüyor? Gerçek nedir? Gökkuşakları vardır. Rüyanda bir kelebek olabilirsin. Senin şu hayat dediğin daha büyük rüyada da sen bir zihin oldun. Uyandığında, uyanmış bir zihin durumunu elde etmezsin, zihinsizlik haline erişirsin, zihinsiz olursun.

Zihinsizlik ne anlama gelir? Bunu izlemek zordur. Ancak, bazen bilmeden sen ona ulaştın. Onun farkında olmayabilirsin. Bazen öylece sıradan bir şekilde, hiçbir şey yapmadan otururken zihinde hiç düşünce yoktur çünkü zihin sadece bir düşünme sürecidir. O bir cisim değildir, sadece bir işlemdir. Benim konuştuğum şu salonda sen oturuyorsun. Burada bir kalabalık olduğunu söyleyebilirim ama gerçekten kalabalık gibi bir şey var mıdır? Kalabalığın bir cismi var mıdır yoksa sadece bireyler mi vardır orda? Bireyler teker teker gidecekler, o zaman geriye bir kalabalık kalacak mı? Bireyler gittiğinde kalabalık yoktur.

Zihin tıpkı kalabalık gibidir; düşünceler bireylerdir. Ve düşünceler sürekli orada oldukları için sürecin maddi olduğunu düşünüyorsun. Her bir düşünceyi bırak ve en sonunda hiçbir şey kalmaz.

Zihin diye bir şey yoktur, sadece düşünce vardır.

Düşünceler o kadar hızlı hareket eder ki düşünceler arasındaki aralıkları göremezsin. Ana aralık her zaman oradadır. Bu aralık sensin. Bu aralıkta ne Chuang Tzu vardır ne de kelebek; çünkü kelebek bir çeşit zihindir ve Chuang Tzu da bir çeşit zihindir. Bir kelebek düşüncelerin farklı bir kombinasyonudur, Chuang Tzu yine düşüncelerin değişik bir kombinasyonudur ama her ikisi de zihindir. Zihin yokken sen kimsin; Chuang Tzu mu, kelebek mi? Her ikisi de değil. Ve ruh hali nedir? Sen aydınlanmış bir zihin durumunda mısın? Eğer aydınlanmış bir zihin durumunda olduğunu düşünüyorsan bu yine bir düşüncedir ve düşünce varsa sen yoksun. Bir Buda olduğunu hissediyorsan bu bir düşüncedir. Zihin araya girmiştir; şimdi düşünce süreci oradadır, yine gökyüzü bulutlandı, mavilik kayboldu. Artık sonsuz maviliği göremezsin.

İki düşünce arasında uyanık olmaya çalış; aralığın içine bak, aradaki boşluğa. Hiç zihin görmeyeceksin; senin doğan budur. Düşünceler gidip geldiği için onlar rastlantısaldır ama içsel boşluk her zaman kalır. Bulutlar toplanır ve gider, kaybolur —onlar rastlantısaldır— ama gökyüzü kalır. Sen gökyüzüsün.

Bir gün bir arayan bir Sufi ustası olan Beyazıt'a gelip sordu, "Usta ben çok öfkeli bir insanım. Çok çabuk öfkeleniyorum; gerçekten çıldırıyorum ve bir şeyler yapıyorum. Sonradan böyle şeyler yaptığıma inanamıyorum bile; kendimi kaybediyorum. Peki bu ökeyi nasıl bırakabilirim, onu nasıl aşabilirim, onu nasıl kontrol edebilirim?"

Beyazıt müridin başını ellerinin arasına aldı ve gözlerinin içine baktı. Mürit biraz rahatsız olmuştu ve Beyazıt da, "Şu öfke neredeymiş? Onu içerde görmek isterdim" dedi.

Mürit rahatsız bir şekilde güldü ve dedi ki: "Şu an öfkeli değilim. Bazen öyle oluyor." Bunun üzerine Beyazıt, "Arada bir olan bir şey senin doğana ait olamaz. O bir kazadır. O gelir ve gider. O bulutlar gibidir; o halde niye bulutlar için endişeleniyorsun? Sürekli orada olan gökyüzünü düşün" dedi.

Bilincin, atmanın, Benliğin tanımı budur: her zaman orada olan gökyüzü. Gelip giden her şey alakasızdır; ondan rahatsız olma; o sadece bir duman. Orada sonsuza dek duran gökyüzü asla değişmez, asla farklı olmaz. İki düşünce arasına bırak kendini, o, her zaman iki düşünce arasındadır. Onun içine bak ve ansızın fark edeceksin ki zihinsizliğin içindesin.

O yüzden Usta, "Zihin yoktur, o yüzden zihnin bir durumu da yoktur. Sen ne saçmalıyorsun," derken haklıdır.

Ancak saçmalığın da kendi mantığı vardır. Eğer bir zihnin olduğunu düşünmeye başlarsan, "durumlar" şeklinde düşünmeye başlarsın; cahil bir zihinsel durum, aydınlanmış bir zihinsel durum. Bir kez zihni kabul edersen, bir kez yanılsamayı kabul edersen onu bölümlere ayırıp durman kaçınılmazdır. Ve bir kez zihnin var olduğunu kabul edersen şunu ya da bunu aramaya başlarsın.

Zihin sadece sen bir şeyleri aramaya devam edersen var olabilir. Niçin? Aramak arzudur, aramak geleceğe doğru yönelmektir, aramak hayaller yaratır. O yüzden bazıları güç, politika arıyor, bazıları zenginlikler, krallıklar arıyor ve sonra bazıları hakikati arıyor. Ama aramak oradadır ve aramaktır sorun, ne aradığın değil. Nesnenin asla bir önemi yoktur, herhangi bir nesne işe yarar. Zihin herhangi bir nesneye tutunabilir. Herhangi bir mazeret onun var olması için yeterlidir.

"Bir zihin durumu yoktur çünkü bir zihin yoktur. Ve hakikat yoktur, o halde sen neden bahsediyorsun? Arayış olamaz," diyor usta.

Bu şu ana kadar verilmiş en ihtişamlı mesajlardan biridir. O çok zordur; mürit bir hakikat olmadığını kavrayamaz. Bir hakikat yoktur derken bu usta ne demek istiyor? Hakikatin olmadığı anlamına mı geliyor?

Hayır, o hakikat olamaz derken, bunu, bir arayan olan senin için söylüyor. Arayış her zaman hakiki olmayana götürür. Sadece arayışta olmayan bir zihin olanı fark edebilir. Ne zaman ararsan olanı kaçırırsın. Arayış her zaman geleceğe yönelir, arayış şimdi ve burada olamaz. Şimdi ve buradayken nasıl arayabilirsin? Şimdi ve burada sen sadece olabilirsin. Arayış arzulamaktır —gelecek araya girer, zaman araya girer— ve şu an, şu şimdi ve burada kaçırılır. Hakikat şimdi buradadır.

Bir Budaya gider ve, "Tanrı var mıdır?" diye sorarsan hemen reddedecektir: "Tanrı yoktur" der. Eğer vardır derse bir arayan yaratır; eğer Tanrı var derse, sen aramaya başlarsın. Aranacak bir Tanrı varken nasıl sessiz kalabilirsin? Onu bulmak için nereye koşmalısın? Başka bir illüzyon yarattın.

Milyonlarca hayattır şunun ya da bunun, şu nesnenin ya da bu nesnenin, şu dünyanın veya bu dünyanın ardında bir arayan oldun ama hep bir arayan. Şimdi sen bir hakikat arayanısın ve usta sana hakikat yoktur diyor. O aramanın üzerinde durduğu tüm temeli altından alıyor, tam üzerinde durduğun, zihninin üzerinde durduğu yeri altından çekiveriyor. O basitçe seni uçuruma yuvarlıyor.

Soruyu soran, "O zaman niye tüm bu arayanlar senin etrafında? Şayet aranacak hiçbir şey ve hakikat yoksa, bu kalabalık niye?" dedi. Bu kişi esas noktayı kaçırmaya devam etti. Usta etrafına baktı ve, "Ben kimseyi göremiyorum, burada hiç kimse yok" dedi. Soruyu soran olayın özünü kaçırmaya devam etti çünkü entelekt her zaman ıskalamaya devam eder. Bakabilirdi. Gerçek buydu: hiç kimse yoktu.

Eğer aramıyorsan yoksun çünkü aramanın kendisi sana egoyu verir. Tam şu an kimseyi, hiçbir şeyi aramıyorsan, o zaman burada değilsin; bir kalabalık yoktur. Eğer ben hiçbir şey öğretmiyorsam —çünkü öğretilecek hiçbir şey yok, öğretilecek hiçbir hakikat yok— şayet ben hiçbir şey öğretmiyorsam ve sen hiçbir şey öğrenmiyorsan, burada olan kim? Boşluk ve boşluğun arınmış saadeti mevcuttur. Birey kaybolur ve o okyanussal bilince dönüşür.

Bireysel zihinler yüzünden bireyler vardır. Farklı bir arzuya sahipsin, bu nedenle komşundan farklılaşırsın. Arzular ayrımları yaratır. Ben bir şey arıyorum ve sen de başka bir şey arıyorsun; benim yolum seninkinden ayrılır, benim hedefim seninkinden farklılaşır. Bu nedenle senden farklılaşırım. Şayet ben aramazsam ve sen aramazsan hedefler kaybolur, yollar artık yoktur. O zaman nasıl olur da zihinler var olur? Fincan kırıldı. Benim çayım sana akar ve senin çayın bana akar. O okyanussal bir varoluşa dönüşür.

Usta etrafına baktı ve, "Ben kimseyi göremiyorum, burada hiç kimse yok" dedi.

Fakat entelekt ıskalamaya devam eder durur. Soruyu soran, "O zaman kime öğretiyorsun? Kimse yoksa öğrettiklerin kimler?" dedi. Ve usta da, "Benim dilim yok, o halde nasıl öğretebilirim?" dedi. O hâlâ nasıl uyanık olunacağına, nasıl bakılacağına ilişkin ipuçları veriyor ama soruyu soran kendi zihninin içinde hapis olmuştur. Usta onun kafasına vurmaya, onu çekiçlemeye devam ediyor; sırf onu zihninden dışarı çıkarmak için onunla saçma sapan konuşuyor.

Orada olmuş olsaydın, usta tarafından değil soruyu soran tarafından ikna edilebilirdin. Soruyu soran kesinlikle haklı gözükürdü. Bu usta saçma, çılgın gözükürdü. O konuşuyordu! Ve, "Dilim yok, o halde nasıl konuşabilirim?" diyordu.

"Bana bak, benim bir şeklim yok. Bana bak ben bedenli değilim. Beden sana gözükebilir ama ben bu değilim, o halde nasıl konuşabilirim?" diyordu.

Zihin sürekli kaçırmaya devam eder. Zihnin gizemi buradadır. Onu it, o yine kendini toparlar; ona vur ve bir anlığına bir sinme, titreme olur ama o tekrar kendini oluşturur.

Sen hiç, bir Japon oyuncak bebeği gördün mü? Ona daruma bebeği diyorlar. Onu istediğin şekilde at —altüst, tersyüz— ne yaparsan yap bebek bir Buda oturuşunda oturur. Alt kısmı o kadar ağırdır ki hiçbir şey yapamazsın. İstediğin şekilde at onu ve bebek yine de Buda oturuşunda oturur. Daruma ismi Bodhidharma'dan gelir; Japonya'da Bodhidharma'nın ismi Daruma'dır. Bodhidharma zihninin tıpkı bu oyuncak gibi olduğunu söylemiştir. Onu atar, tekmelerdi ama o ne yaparsa yapsın bebeği rahatsız edemezdi; alt kısmı çok ağırdı. Sen onu baş aşağı at ve onun doğru tarafı yukarı şekle gelecektir.

O yüzden bu usta itmeye devam etti. Biraz salladı ve bebek tekrar dimdik oturdu, meselenin özünü kaçırdı. En sonunda, soruyu soran çaresizce, "Anlayamıyorum, takip edemiyorum," dedi. Ve nihai darbeyi vurdu usta, "Ben de kendimi anlamıyorum," dedi.

Öğretilecek hiçbir şey olmadığını çok iyi bilerek öğretmeye devam ediyorum. Bu nedenle sonsuza kadar devam edebilirim. Öğretilecek bir şey olsaydı çoktan bitmiş olurdum. Budalar sürekli devam edebilirler çünkü öğretilecek hiçbir şey yok. Bu sonu olmayan bir hikâye, asla bir sonuca ulaşmaz, o yüzden de ben devam eder dururum. Ben hiçbir zaman bitmeyeceğim; bir sonu olmadığı için hikâyem bitmeden sen bitebilirsin.

Birisi bana soruyordu, "Her gün konuşmayı nasıl sürdürebiliyorsun?" diye. "Çünkü öğretilecek hiçbir şey yok" dedim. Bir gün ansızın; benim konuşmadığımı, benim öğretmediğimi hissedeceksin. Hakikat olmadığı için öğretilecek bir şey olmadığını fark ettin.

Ben sana ne disiplini veriyorum? Hiç. Disipline sokulmuş bir zihin yine zihindir; hatta daha fazla inatçı, daha fazla dik kafalı; disipline sokulmuş zihin daha aptaldır. Git ve dünyanın her yanındaki disipline sokulmuş rahiplere bir bak; Hıristiyan, Hindu, Jain. Ne zaman tam olarak disipline sokulmuş bir insan görsen, onun ardında ahmak bir zihin görürsün. Akış durmuştur. Sen ne dersen yapmaya hazır olduğu bir şeyleri bulmakla ilgilenir. Eğer ona, "Bir saatliğine başının üzerinde dur" dersen, başının üzerinde durmaya hazırdır. Bunun nedeni arzudur. Şayet Tanrı'ya başının üzerinde saatlerce durarak ulaşılacaksa buna hazırdır ama ona ulaşmak zorundadır.

Ben sana herhangi bir şeyi elde etmek, herhangi bir arzu vermiyorum; elde edilecek hiçbir şey ve ulaşılacak hiçbir yer yok. Bunu fark edersen, tam şu an ona ulaşmışsındır. Tam şu an sen mükemmelsin; yapılacak hiçbir şey yok, değiştirilecek hiçbir şey yok.

Bu yüzden usta, "Ben de kendimi anlamıyorum" dedi. "Ben de kendimi anlamıyorum" diyecek bir usta bulmak zordur. Bir usta bildiğini iddia etmek zorundadır, ancak o zaman sen onu takip edersin. Bir usta sadece bildiğini değil, sadece kendisinin bildiğini; başka kimsenin bilmediğini iddia etmek zorundadır: "Tüm diğer ustalar yanlıştı. Bir tek ben biliyorum." O zaman sen takip edersin. Sen kesinlikle emin olmak zorundasın, o zaman bir takipçi olabilirsin. Kesinlik sana evet işte bu adam duygusu verir ve eğer takip edersen ulaşacaksın.

Bir hikâye anlatacağım. Bir gün sözde ustalardan biri seyahat ediyordu. Her köye gidip, "Ben erdim, ben ilahi olanı biliyorum. İsterseniz gelin beni takip edin" diye ilan ederdi.

İnsanlar, "Pek çok sorumluluk var. İnşallah bir gün seni takip edebiliriz" derdi. Onun ayaklarına dokunurlardı, ona hizmet ederlerdi, ona saygı gösterirlerdi ama hiç kimse onu takip etmezdi çünkü bir kimsenin ilahi olanın peşine düşmekten önce yapması gereken pek çok başka şeyi vardı. Her şeyin bir sırası vardı. İlahi olan her zaman sonuncuydu ve sonuncusu asla gelmezdi çünkü ilkler sonsuz sayıdaydı; onlar asla bitmezdi. Ama bir köyde, bir çılgın adam —o deliydi, yoksa bu ustayı kim takip ederdi— "Peki. Tanrıyı buldun mu?" diye sordu.

Bu çılgın adama bakınca usta biraz çekindi —çünkü bu adam tehlikeli görünüyordu, onu izleyip sorun çıkarabilirdi— ama tüm köyün önünde reddedemedi ve "Evet" dedi.

Çılgın adam, "Tamam şimdi beni kabul et. Seni en sonuna kadar takip edeceğim. Ben kendim de Tanrı'ya ulaşmak istiyorum" dedi. Sözde usta çok rahatsız olmuştu ama ne yapabilirdi ki? Çılgın adam onu izlemeye başladı, onun tam bir gölgesi haline geldi. Bir yıl geçti. Çılgın adam, "Ne kadar uzakta, bu tapınak ne kadar uzakta?" diye sordu. "Acelem yok ama ne kadar zamana ihtiyaç var?" Bu zamana kadar usta fazlasıyla rahatsız olmuş ve bu adamdan sıkılmış haldeydi. Bu çılgın adam onun yanında yatıyor, onunla birlikte hareket ediyordu; onun gölgesi olmuştu. Ve onun yüzünden artık ikna edici olma olasılığı kayboluyordu. Ne zaman bir köyde, "Beni takip edin" dese korkuyordu çünkü bu adam ona bakıp, "Ben seni takip ediyorum usta ve hâlâ ulaşamadım" derdi.

İkinci yıl geçti, üçüncü yıl geçti; altıncı yıl geçti ve çılgın adam dedi ki: "Hiçbir yere ulaşamadık. Biz sadece farklı köylere gidiyoruz ve sen insanlara 'Beni takip edin' diyorsun. Ben takip ediyorum; sen ne dersen yapıyorum, o yüzden disipline uymadığımı söyleyemezsin."

Çılgın adam gerçekten çılgındı; ona ne söylenirse yapardı. O nedenle usta onu yeterince çok çabalamadığı konusunda kandıramazdı. En sonunda bir gece usta ona, "Senin yüzünden ben kendi yolumu kaybettim. Seninle tanışmadan evvel emindim; artık değilim. Şimdi lütfen beni bırak" dedi.

Ne zaman kendinden emin birisi varsa ve sen yeterince çılgınsan takip etmeye başlarsın. "Ben kendim de bilmiyorum. Ben kendim de anlamıyorum" diyen türden bir adamı izleyebilir misin? Bu adamı takip edebilirsen ulaşacaksın. Şayet bu adamı takip etmeye karar verdiysen zaten ulaşmış durumdasın çünkü kesinlik isteyen, bilgi isteyen şey zihindir. Zihin ayrıca dogmatik iddialar da ister, o nedenle şayet "Ben kendim de bilmiyorum," diyen bir adamı izlemeye hazır olabilirsen arayış bitmiştir. Artık bilgi talep etmiyorsun.

Bilgi talep eden birisi olmayı isteyemez. Bilgi çöplüktür; olmaksa hayattır. Bilgi talep etmeye bir son verdiğinde hakikat hakkında soru sormayı bırakırsın çünkü hakikat bilginin hedefidir. Eğer var olanı sorgulamazsan ama sessiz, zihinsiz olabilirsen; var olan sana açılır.

Her şey mevcuttur, mevcut olmuştur; onu asla kaçırmadın. Fakat senin arayışın yüzünden —gelecek, hedef yüzünden— bakamıyorsun. Hakikat seni sarmalıyor, sen onun içinde var oluyorsun. Tıpkı balığın okyanusun içinde var olması gibi sen de hakikatin içinde var oluyorsun. Tanrısallık bir hedef değildir, Tanrısallık şimdi ve burada olan şeydir. Bu ağaçlar, bu esen rüzgârlar, bu hareket eden bulutlar, gökyüzü, sen, ben; Tanrısallık budur. O bir hedef değildir.

Zihni ve Tanrı'yı bırak. Tanrı bir nesne değildir, o bir birleşmedir. Zihin bir birleşmeye direnir, zihin teslimiyete karşıdır; zihin çok kurnaz ve hesapçıdır.

Bu hikâye güzeldir. Sen sorgulayansın. Sen bilgi almaya, gizemi çözmeye geldin ve ben sana sürekli diyorum ki bir zihin durumu yok çünkü zihin yok. Hakikât yok o yüzden hiçbir arayışın anlamı yok. Tüm arayış faydasızdır; arayış denen şey aptalcadır. Ara ve kaybedeceksin. Arama ve o oradadır. Koş ve ıskalayacaksın. Dur; o her zaman orada. Ama anlamaya çalışma; ol.

Cahil ol, bir çocuk gibi ol. Sadece bir çocuğun kalbi öte tarafın kapılarını çalabilir ve yalnızca bir çocuğun kalbi işitilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder